22 Kasım 2011 Salı




Bireysel Yöneticilik
Eğitim Bölümü
Bloggerlar arasında 15.11.2011 tarihinde yapılan "Yağmur Damlaları" konulu yarışma için hazırlanan yazı aşağıdaki gibidir:

Jozefin

Jozefin’in Güncesi’nden

Tıp... Tıp… Tıp…

Küçük penceremin önüne düşen yağmur damlalarının sesleriydi bunlar. Ve bu yağmur damlalarının çıkardığı sesi çıkarmak, benim de hoşuma gidiyordu. Küçük çocukların yağmurlu günlerin dışında, oyun oynamasını ister ebeveynler. Üstünü kirletmeden, ıslatmadan… Güzel oyunlar oynayan çocukların daha çok sosyalleştiğini ve kendini daha rahat ifade ettiğini düşünürler. Klasik İngiliz bencilliği bu olsa gerek. Ben hiç de böyle düşünmüyorum. İnsan önce kendini keşfetmeli, kendisiyle konuşabilmeli… Böylelikle hayatın acımasızlığına karşı, yalnız dünyanızda iki kişi olarak daha güçlü olabilirsiniz. Bu iki kişi kim mi? Biri tabiî ki kendiniz; diğeri yağmur damlaları…

Benim küçük dünyam… Benim küçük dünyam…

Annem yine portresini yaptırıyor. Evde o kadar çok birikmiş portresi oldu ki. Özellikle ucuz işçiliği olan genç ressamlar ondan çok iyi para koparıyorlardı. Hele annemi olduğundan biraz daha güzel resmeden oldu mu cebi dolmadan bizim malikânemizden çıkmazdı. Bir gün benim de portrem yapıldı. Kendimi hep çirkin olarak gören ben, bir başkasının ellerinde bedenimi görünce ne kadar da mutlu olmuş ve sevinmiştim. Yüzümdeki birkaç ben gitmiş, saray ladylerini andıran güzellikte genç bir kız oluvermiştim. Başımı süsleyen kıvır kıvır kırmızı saçlarım, uzun bir boynum ve değerli mücevherleri korkusuzca taşıyabilecek dik bir göğsüm olduktan sonra tabi ki güzel resmedilecektim.

-Jozefin!Jozefinn!Seni yaramaz kız!Hiç büyümeyecek misin sen?Yine mi yağmurla sohbet ediyorsun?Sharp Ailesi’ni hak ediyor musun bilmiyorum  küçük bayan, bunu düşünmelisin?

Bu annem, resmi bitmiş olmalı. Annem, babamızın ölümünden sonra Sharp Soyu’nun tüm mirasına konan kişi olmuştu.19.yüzyıl İngiltere’sinde bu durumu kim istemezdi ki? Uzun boylu endamına sert bakışların eşlik ettiği annem, davetlerin en vazgeçilmesi olmayı her zaman başarırdı. Böyle bir anneye sahip olmak benim için ne kadar zordu bilemezsiniz. Böyle bir anneye sahip olduğunuzda, sizden kendi yaşamı gibi bir yaşam bekleniyor. İzninizle benim küçük damlalarım…

-Jozefin! Bugün Lady Mary ve büyük oğulları evimizi onurlandıracaklar. Sen de hazırlansan iyi edersin.

Lady Mary ve oğullarıymış. Bundan bana ne? Annem yine beni evlendirmeyi düşünüyor olmalı. Üzülmeyin! Bu sadece annemin düşüncesi. Sizleri terk etmem için daha çok erken. Hem ben evlensem bile sizleri bırakmayacağım. Sizlerle konuştuğumu duysalar eminim bana deli derlerdi. Ha ha haa. Oysa en büyük delilik onlarda. Öyle değil mi? Hayatı bir oyun alanı sanıp, at koşturmak da niye? Hayatla, doğayla bütünleşmek varken…

-Lady Mary ve Bay George teşrif ettiler hanımım!

Lady Mary ile annem ilgilenirken, Bay George ile ilgilenmek bana düşmüştü. Bu günü unutmak ne mümkün. Yağmur damlalarımın benden gerçekleri sakladığını o gün anlamamış mıydım sanki? Beni o gün aldatıp, terk etmemişler miydi? Peki, neden, neden beni bırakıp gittiler? Onları kaçıran neydi?

Bay George, bir askerdi. Etkileyici bir hitabı vardı. Nazikliği ve hoşgörülü olması sebebi ile annemin kurduğu tuzağa düşmemek için elimden gelen tüm çabayı göstermeme rağmen başarılı olamıyordum. Siyah saçları, inceliğin ve kalınlığın ahengiyle yapılmış kaşları, kraliçenin masasını örtebilecek beyazlıkta bir teni ve bu örtüyü değerli kılacak mavi boncuklar gibi gözleri vardı. Daha onu övebilecek bir sürü nitelik de cabası.

Bay George, bu kısa ziyaretten sonra her fırsatte bizim evde oluyordu. Kendisi olmasa bile annesi, nedimeleri, mektupları çatımızın altından eksik olmuyordu. Zavallı George bana âşık olmuş olmalı. Âşık olarak aptallık konumuna erişen Bay George’a acıyor ve gülüyordum. Bu konuda yağmur damlalarımın gönderdiği karışık mesajları da çözememek kafamı oldukça karıştırıyordu. Hele bir keresinde Sthendal’ı okuyunca yağmur damlalarımın da at koşturanlardan olduğundan şüphe etmeye başlamıştım.”Ah nasıl bu aşkın baharı, geçici bir yaz gününü andırıyor; ancak bir süre sonra kara bir bulut gelip hepsini örtüyor.” Yağmur damlaları bu kara bulutların ürünü müydü yoksa? Sevenleri ayıran, üzen, parçalayan…

Bay George, Waterloo Savaşı’ndan dönen sayılı askerlerden olmuştu. Döner dönmez de mektuplarının yerine bizzat kendisini dâhil etmişti evimize. Varlığı beni o kadar rahatsız ediyordu ki. Buna rağmen odamdan çıkabiliyordum.Bir şekilde onun yanında kendi bedenimi bulabiliyordum.Aşk budalalığına saplanmış bir kişiyle konuşmak ve onun bu durumuyla ilgili olarak takındığım tutum konusundaki fikirlerim değişmese de bazen kendimden utanmıyor da değilim.

-Mektuplarınızda beni sevdiğinizden söz etmişsiniz bayım. Savaşınızı yenmeniz ve hayatta kalabilmeniz için bu dünyaya tutulan bir dalınız mıyım? Burada olduğunuza göre dalı çok kalın tahayyül etmişsiniz.

-Hayır Lady Jozefin, kendi savaşım için bir kalbi ustalıkla kullanma yeteneğini gösterebilmiş değilim henüz. Ustaca kılıcımı kullanmaktan başka bir özelliğim de yok zaten. Kaldı ki kalp dünyamı işgal etmiş biri olarak düşmanım, kendinizi çok iyi niteliklerle donatmış olmalısınız. Savaşta düşmana yenilmeyen ben, size yenildim…

Bay George, giderek beni büyülüyordu. İnançsızlığım ve akla olan bağlılığım, çocukluğum, asıl aptallık vasfına sahip olan bünyem… Bay George’un sayısız ilan-ı aşklarını reddeden yine ben…

Bay George… George… Sevgili George… Sevgilim George… Çok Sevdiğim George… Vazgeçemediğim George…

İlişkimizin seyrini özetleyen bu hitaplar ve aşkı bir budalalık olarak gören ben. Kendimi tanıyamaz olduğumu söylemeliyim. Neler oluyor bana Jozefin! Gözlerin neden gerçekleri göremiyor? Neden kelimeler ile dilin savaş halinde? Yağmurun yağmasına rağmen neden damlalar yok pencerende?

Vazgeçemediğin George neden yanında değil?

Aşk varmış… Belki aptallıkmış… Belki budalalıkmış; ama varmış… Artık çok geç…

*

Sharp Ailesi Yıllığı’ndan

Bay George adlı genç bir zabite gönlünü kaptıran, 1798 doğumlu Jozefinimiz, Bay George’un Hindistan seferi sonrasında başka biriyle olan evliliğini haber alınca, önce akıl sağlığını yitirmiş; ardından eşsiz varlığına 1823’ün yağmurlu bir gününde son vermiştir.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

bir varmış bir yokmuş 1700 lü yıllarda bir jozefin varmış, bir yağmur damlası gibi ağmış yeryüzüne, gönlü george ile birleşip yine bir yağmur damlası gibi kuruyup yok oluvermiş bu diyardan. onlar erememişler muratlarına ama biz yine de çıkalım kerevetine...
GNY

Sağır Olmayı Öğrenmek

Bireysel Yöneticilik Bireysel Psikoloji Dairesi Dairemiz tarafından kabul edilerek,Öğretim İşleri Dairesine tavsiye olarak iletilen &qu...